DÖGEP -YÖGEP NİSAN AYI TOPLANTISI
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin yöneticiliğin mesleki gelişimi için kitap,makale, okunması ve okunan eserin değerlendirilmesi yapılmıştır.2018-2019 eğitim ve öğretim yılında Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Yönetici Gelişim Programı kapsamında Nisan ayı faaliyetinde İbn-i Haldun'un Mukaddime adlı eseri incelenip değerlendirilmiştir.
MUKADDİME
İbn-i Haldun güçlü fikirleri olan, kendi düşünce sistemini kurmuş nadir insanlardan. Söylediklerinde itiraz edilecek noktalar mutlaka var fakat bilim konusunda basiretli olduğu daha ilk sayfalardan anlaşılıyor. Üstelik böylesine eski bir kitap için.
Mukaddime bizde iki cilt olarak basılmış. Kitap hemen her şeyden bahsediyor. Mehdinin gelip gelmeyeceğinden,,hadisçilikten, devlet yönetiminden ve bilimlerden. Biz İbn-i Haldun'u sosyolojinin kurucusu olarak biliyoruz. Kitapta ağırlık bu konu üzerine. Şu,"Devletler insanlar gibi doğar, büyür, yavaşlar ve ölür." düşüncesinin sahibi. Mukaddime üzerine birçok araştırma yapılmış.
İbn-i Haldun Hindistan'da "yarıcılar" denilen bir topluluğun olduğunu bunların uzaktan işaretlerle ve kimi sözlerle bir koyunun karnını yarabildiğine şahitlik ettiğini söylüyor. İnanmak güç. Belki onun gözünden kaçmış bir hileydi bu, bilemeyiz. İbn-i Haldun bunu söyleyince öyle eğreti duruyor ki nasıl söylediğine şaşırıyorsunuz.
Bu ilim siyaset-i medeniye ilmi de değildir. Çünkü siyaset-i medeniye ilim, ahlâk ve hikmetin gereklerine göre insanların güven içinde hayatlarına devam edebilmelerini sağlayacak şekilde, bir ev veya şehrin işlerinin nasıl düzene konulacağıyla ilgilenir. Bizim bu kitapta bahsedeceğimiz ilmin konusu ise bu iki ilmin konusuna yabancıdır. Fakat bazı yönlerden bu iki ilim ona benzeyebilir. Bu ilim benim tarafımdan bulunmuş bir ilim olduğunu zannederim. Yemin ederim ki hiç kimsenin bu sahada söz söylediğine vâkıf olmuş değilim. Bizden önce gelenler bu konunun farkına mı varmadılar? Yalnız selefler hakkında bu zanna kapılmak da doğru değildir. Onlar, bu ilme dair ihatalı bir eser yazmış olabilirler. Fakat bu eser bizim elimize geçmeyebilir. İlimler çok olduğu gibi milletler ve milletler arasında filozoflar da çoktur.
Diğer milletlerin ilimlerinin kaybolması üzerine.
Elimize geçmeyen ilmî eserler, elimize geçenlerden daha çoktur. Halife Ömer (r.a.), Fars fetholunduğunda eski Farslardan kalma eserleri yok etmeyi emretmiş olduğu için, Farsların ilimleri ve eserleri yok oldu gitti. Keldanîlerin, Süryanîlerin ve Babil halkının ilimleri, kendi çağlarında âlimlerinin meydana koydukları eserler ve bunların neticeleri nerde? Kıbtîlerin ve onlardan önce gelip geçen milletlerin ilimleri, kitap ve eserleri nerde? Me'mûn başka dillerden, tercüme ederek meydana çıkarmayı emrettiği ve tercüme edenler çok olduğu ve pek çok paralar harcadığı için ancak bir kavmin ilmi ve eserleri saklanabildi ki bu millet de Yunanlılardır.
Devletin "neliği" üzerine.
Yukarda anlattığımız gibi, içtimaî hayat teşekkül ederek dünya mamur olduktan sonra birbirinin saldırganlığından kendilerini korumak için insanlar yöneticiye muhtaçtırlar. Yoksa düşmanlık ve zulüm insanın hayvanî olan bir tabiatı olduğu için, insanlar birbirlerine saldırırlar, hükûmet olmadığı takdirde onları bu tecavüzlerden kimse koruyamaz. Yaralayıcı hayvanlara karşı kullandığı silâhlar da insanları bundan koruyamaz. Çünkü bu silâhlar onların hepsinde de var. Bundan dolayı kendilerini diğerlerinin tecavüzlerinden korumak için başka vasıtalara muhtaçtırlar.
İlmin edinilme sürecine ilişkin.
Zamanımızda doğru ve faydalı öğretim metodunu bilmeyen çok sayıda hocaya bizzat şahit olduk. Bunlar henüz öğretimin başlangıcında, o bilginin anlaşılması güç olan meselelerini anlatmaya çalışıyorlar. Onu, bu meseleleri anlamaya ve ezberlemeye zorluyorlar. Hocalar bunu doğru bir öğretim yolu sanmaktalar. Hâlbuki öğrencinin zihni bunları anlayacak derecede gelişmiş değildir. Zaten o bilgiyi öğrenmek aslında güçtür. Bunun bir sonucu olarak öğrenci tembelleşir, zihni bilgiyi kabul etmez, onun bu bilgiyi öğrenememesi sürüp gider. Bu ise öğretim usulünün bozukluğunun bir sonucudur.
Bunlar ilimde meleke sahibi olmak yolunun kitapta yazılanları ezberlemek sanırlar. Yukarda anlattığımız gibi, bunlar melekenin, ilmi münakaşalar ve münazaralarla, konuları ve meseleleri zihinde yerleştirmek suretiyle kazanacaklarını unuturlar.
Felsefenin temel konularından biri olan, beş duyu organının idrak için yeterli olmadığı üzerine
Bu mesele böylece anlaşıldıktan sonra: Belki de ortada bizim sahip olduğumuz idrak vasıtalarından ayrı bir idrak türü daha vardır. Çünkü bizim idraklerimizin muhdes (sonradan yaratılmış) ve mahlûk olduğunda şüphe yoktur ve Allah'ın yaratması insanların yaptıklarından daha büyüktür. O, insanların yaptıklarından ve bildiklerinden çok daha fazlasını yaratmıştır. Onun haddi hesabı malûm değildir, varlık bundan daha geniş bir daire teşkil eder, idrakimize sığmayacak kadar muazzamdır. "Allah onları ötelerinden kuşatmıştır." (Burûc, 85/20). Şu hâlde ey insan idrakini de, idrak ettiğin sınırlı şeyleri kabul etme, idrakine ve bu idrakine dayanarak zapt ve tespit ettiğin varlıklara kesin nazarla değil, şüpheli ve ihtiyatlı bir nazarla bak. Zira idrak de, idrak konusu olan şey de hatalı olabilir.
Daha fazla alıntı yaparsam yazı artık okunamayacak uzunlukta olacak. Mukaddime o zamanların düşünce dünyası hakkında bilgi verdiği için bile okunabilir. Eserde şan ve refahın 4 nesilde sona ermesi üzerine değerli tespitler var fakat alıntılamak uzun olur. Kitabı okursanız (iki cildini de) o bölüme daha çok dikkat edin derim. Kitapta kimi kelimeler farklı anlamlarda birkaç kez kullanılmış.